BEN GELDİM HEYECAN…
Ne tatlı bir duygudur değil mi? Hayatımıza
girdiğinde bizi alıp götüren, hayaller kurduran, tatlı tatlı gülümseten heyecan.
Biraz acelecidir de sanki , avaz avaz “İŞTEEE…”diye
bağıran bir duygu. İnsan yerinde
duramaz, kabına sığamaz, sürekli hareket halinde olası gelir, dururken bile
içinde bir şeyleri hareketlendirir heyecan insanın. Sanki bizi bize bırakmaz, alır kendi istediği
yerlere götürür bir anda. Olduğumuz andan kopar onu takip etmeye başlarız,
kontrolümüz çok yoktur olsun da istemeyiz zaten. Başka bir varoluş biçimidir
sanki heyecan, bir dalganın üstüne binip uçmak gibi. İsteklerimizin,
beklentilerimizin çok önemi kalmaz hayatımızda heyecan varken, çok kolay bir
biçimde “Amannn nasılsa olur” der geçeriz ve hayata bırakırız çoğu şeyi. Nasıl
olsa bizim keyfimiz yerindedir, biz de bir sıkıntı yoktur ve geri kalan şeyler
de olması gerektiği gibi olur.
“Heyecan aramak” gibi bir de
inancımız vardır. Hepimiz farklı şekillerde ararız heyecanı; ilişkilerde
aldatma, kumar, tehlikeli sporlar. Sanki sınırımızı görmek , alabileceğimiz
riski görmek cezbeder bizi, peşine takıp sürükler. Çoğu zaman riski aldığımız
için kendimizi güçlü de hissederiz aslında, yapabildiğimizi görmek iyi gelir ama
aynı zamanda yorucudur bu duygu, çünkü
çıta sürekli yükselir. Sonu yoktur. Yüksekten atlıyorsa bir daha ki sefere daha
yüksek olsun isteriz yoksa aynı tadı vermez, bir kere aldatmışsak ve
yakalanmamışsak belki bir daha denemek isteriz yakalanmadan, kumar oynamışsak
ve kazanmışsak daha fazlasını isteriz kaybetmeyi de göze alarak.
Velhasıl bu kaç kovala zor bir döngü
oluşturur hayatımızda. Ben bu döngünün bir yanlış inançtan kaynaklandığına
inanıyorum. Heyecan aramak!! Heyecanın aranılan, bulunan bir şey olduğunu
düşündüğümüz için bu kadar kendi dışımıza çıkıyoruz bence. Aramalıyım,
bulmalıyım, kaçırmamalıyım. Acaba gerçekten yaşamak istediğimiz şey bu kadar
çok aranmalı mı? Bu kadar çok yormalı ve bu kadar çok riske atmalı mı
hayatımızı? Riske attığımız şey tam olarak ne?
Kendimize neyi ispatlamaya çalışıyoruz? Yeterince cesur olduğumuzu mu? Cesaret ile heyecanın başa baş gitmesi bu
yüzden midir? Heyecanın yakalanması gereken bir duygu olduğunu düşündüğümüzden
midir? Zor sorular elbette..
Tüm bunları neden yazıyorum? Çünkü
“heyecan aramak” inancını toptan değiştirelim istiyorum. Bizi heyecanlandıracak
bir şey beklemek yerine biz kendi içimizde bu duyguyu yakalayalım istiyorum. O bizi
kontrol etmesin, bekletmesin, biz onu oluşturalım istiyorum.
Bir yazı yazalım mesela, ne ile
ilgili olduğu önemli değil. Ama öyle bir yazalım ki okuyan herkese dokunacağına, etkileyeceğine
inanalım.
Konuştuğumuz kişilerin gözlerine bakalım mesela öyle bi bakalım ki dünyadaki tek kişi onlarmış gibi hissettirelim.
Hayatımızda bir şey değiştirelim mesela
öyle bir değiştirelim ki bir daha hiç
geri dönüşü olmasın.
Balkona çıkıp nefes alalım mesela
öyle bir alalım ki tüm bedenimiz tek bir nefesle dolsun
Bir bebeği sevelim örneğin öyle
bir sevelim ki tüm şevkatimiz ona aksın..
Neden olmasın? Çıkalım heyecanın
karşısına “Ben geldim, hadi “ diyelim. Biz onun elinden tutup bir yerlere
götürelim, biraz da biz uçuralım onu. O bize sitem etsin “nerde kaldın, çok
beklettin” diye, o bizim için hayaller kursun, o bizi beklesin hayatının
renklenmesi için. Biraz da o heyecanlansın bizim içinJ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder